"Olmasından korktuğu ve olacağını önsezi ile anladığı şeylerin hepsi gözünün önünde bir bir gerçekleşiyordu."
ÖTEKİ / DOSTOYEVSKİ
Bu bir kabus olmalıydı. Başka hiçbir şey olamazdı. Tabii ki bir kabus. Üzerime çöken, nefesimi kesen, ruhumu ezen, bağırmamı engelleyen bir karabasan. Başka ne olabilir ki?
Bedenim bana ait değildi. Evet, o bendim ama ben o değildi. Ben olmaması için yeterince nedeni vardı. Örneğin, o bir erkekti. Güçlü, ne istediğini bilen, istediği uğruna her şeyi göze alabilen bir adam. İçinde şiddet kaynıyordu. Korku ile karışık şiddet. Ruhu sadece bu iki kavramla dolmuş gibiydi. Para için her şeyi yapan, her şeye hakkı olduğuna inanan, yaptıklarından dolayı vicdan azabı çekmeyen bir adamdı. Ben böyle olabilir miyim hiç? Beni tanırsınız. Hayır, o ben değildi.
Bu yaşadıklarımın bir kabus olduğunun bir başka göstergesi de şuydu: Rüyalarda , sanki olanı biteni sisli, puslu bir perdenin ardından izlersiniz. Ben de yaşananları, iradesizce bu soluk perdenin ardından izliyordum. Ben olduğum ama ben olmayan varlığın neler yapabileceğini hissediyor, neler düşündüğünü biliyor, ama ortamı sürekli rüyada gibi algılıyordum. Neredeydim? Bir ormanda. Ormanlık bir arazide, yüksek, eğimli bir yerde duruyordum. Başka bir adam daha vardı. Kısa boylu, tepesi açılmış, tıknaz bir adam. Esmerce. Üzerinde alacalı bulacalı bir palto vardı. Demek ki kış, evet kıştı, üşüyordum. Yemyeşil arazinin üzerinde, koyu renkli, niyeti kötü bulutlar vardı.
Adam kazıyordu, beni karanlığına hapsetmiş adam da kazıyordu. Hayır, kazıyor gibi yapıyordu. Üzerinde rengi solmuş siyah bir pardösü vardı. Elindeki kazmayı sıkıca tutuyordu ama kazmak için değil. Belli ki başka planları vardı. Bu planlar, benim ruhumu eziyordu.
Alacalı paltolu adam, hiçbir şey düşünmeden, ya da düşündüğünü belli etmeden, arkasını dönmüş, nefes nefese kazıyordu. Öteki bekledi. Derken adam, yüzünde eylemden dolayı kasılan kasları bir parça rahatlamış olarak döndü. Kazma sert bir cisme çarpmıştı. Adam gülüyordu. Tekrar arkasını döndü. Eğildi, topraktan büyük bir dikkatle bir şeyler çıkardı. Ne olduğunu göremiyordum. Ama adamın tehlikede olduğunu biliyordum. Ona seslenmek ve arkasını dönmemesini, kendini korumasını söylemek istedim. Fakat içimdeki kötü karabasan, ruhumu ezdi ve ben yine nefessiz kaldım, onu uyaramadım.
Adam, topraktan bir şey çıkardı. Öteki, kendisine arkasını dönmesini fırsat bilmişti. Adam niye böyle birine arkasını dönmüştü ki? Ona çok mu güveniyordu? Yoksa sadece bir anlık dikkatsizlik miydi bu? Aptalca bir hata. Bir anlık bir hata. Ömre bedel bir hata...Öteki kazmasını sessizce kaldırdı ve önünde eğilmiş olan adama hızla vurdu. Adam yere yıkıldı, inliyor, küfrediyordu. Yine vurdu, bağırmaya başladı adam. Yine... Yine... Yine... Artık adamdan hiç ses gelmiyordu. Yere yüzükoyun yatmış, nefes almadan, kaskatı duruyordu şimdi.
O anda ben de korkuya kapıldım. Hiçbir suçumun olmadığı bir cinayetten dolayı suçlanacaktım şimdi. Onlara benim orada olduğumu ama olayla ilgimin bulunmadığını nasıl açıklayacaktım ki? Kendime bile açıklayamazken... Bu nedenle, karabasana itaat etmeye karar verdim.
Adam hemen diğerinin üzerine düştüğü şeyi aldı. Hızla yokuş aşağı koşmaya başladı. Elindekinin ne olduğunu bilmiyordum ama değerli olduğunu fark etmiştim. Adam koşuyordu. Yuvarlanıyor ama hiç canı acımıyormuş gibi kalkıp yeniden koşuyordu. Uçarcasına yamaçlardan indi. İndik. Bir patika gördük. Nefes nefese koşmaya devam ettik. Patikayı izledik. Korkularımız ortaktı, bacaklarımız, nefesimiz, cinayetimiz. Evet, biz katil olmuştuk. Ben bir katildim artık.
Ben için için kahrolurken, o hiçbir şey umurunda değilmiş gibi rahattı. Cinayet işlemeye hakkı varmış gibi davranıyordu. Amacına çıkan yolda her şeyi yapabilirdi. Ona sonsuz izin tanınmıştı sanki. O dünyanın merkezi gibiydi. Kendini dünyadaki tüm varlıklardan daha üstün görüyordu. Diğerleri ona hizmet etmek için gelmiştiler dünyaya.
Şimdi de hakkı olan güzellikleri ondan çalmaya gelen insanlar vardı peşinde. Kendini ve bu değerli hazineyi onlardan korumalıydı. Koşabildiğince hızlı koşmalıydı. Öyle ki arkasındakiler ona yetişemeyeceklerdi. Buna izin veremezdi.
Ben korkuyordum. Yaşadığım vicdan azabı, tüm ruhumu kaplamıştı. Çok acı çekiyordum. Sürekli o zavallı adamı düşünüyordum. Kaskatı kesilmiş kara toprağın üzerindeki o hali gözlerimin önünden gitmiyordu bir türlü. Ne pahasına olursa olsun geri dönmeyi ve o adama yardımcı olabilmeyi istiyordum. Belki de ölmemişti daha. Onu kurtarabilirdim. Ama geri dönemezdim. Kendime ait bir ruhum vardı belki, ama ya bedenim? Bedenim , bu aşağılık adama bağlıydı şimdi. Bütün gücümle, bu kabustan uyanmayı diliyordum. Dua ediyordum. Allah’ım lütfen, lütfen uyandır beni. Bitsin bu azap.
Koştum. Hiç durmadan, nefes nefese koştum. Hem kendim için korkuyordum hem de o zavallı adam için. Ruhum bir yerlerde kapalı kalmıştı. Yapayalnızdı. Karanlıkta umutsuzca bir umut ışığı arıyordum. Ama her yer karanlıktı işte. Soluğum kesilinceye kadar koştum. Patikayı takip ettim. Anayola çıkmıştım. Arabalar, minibüsler, kamyonlar, satıcılar vardı. Yolun kenarında, iri, göbekli adamlar, tezgahlar kurmuşlar, meyve sebze satıyorlardı. Araçlar, hızla, arkalarında vınlamalar bırakarak geçiyorlardı. Birden ruhumun derinliklerinde bir ses işittim. “ Hadi, diyordu ses, hemen şu minibüslerin birine bin ve hiçbir şey olmamış gibi evine dön.”
Bir minibüsü durdurdum. Hemen bindim. Cebimden bir miktar para çıkardım ve gideceğim yeri söyledim. Şoför, para üstünü uzatırken “ Buyur abla” dedi. Abla mı? Ben yeniden, kendi bedenime mi dönmüştüm yoksa? Hemen en arkadaki cam kenarına oturdum. Camdaki yansımamı seyrettim. Evet, kendi bedenimdeydim ama beni yine benden olmayan bir güç yönetiyordu. Kendi bedenim içinde bile kıpırdayamıyordum.
Aklımdan bin türlü şey geçiyordu. Artık ormanda kalan alacalı paltolu adamı düşünmüyordum. Şimdi tek bir endişem vardı: Bu durumdan nasıl kurtulacaktım? Kendimi güvende hissetmek istiyordum ama hâlâ korkuyordum. Tam o sırada, uğruna adam öldürdüğüm hazinenin ne olduğunu merak ettim. Çok garipti doğrusu, deminden beri elimde olduğu halde, ben ne olduğuna bakmamıştım bile.
Bu, plastik bir kutu idi. Geniş, plastik bir kutu. Ağırlığı birkaç kilo vardı. Korka çekine bu dikdörtgen kutunun kapağını açtım. İçinde, küçük şeffaf plastik kutucuklar vardı. Şeffaf oldukları için, içlerinde kirli para tomarları olduğunu görebiliyordum. Bu bir çeşit hazine miydi? Ama hazineler, genelde ahşap sandıklarında saklanmaz mıydılar? Tabii ki öyle saklanırdı. Öyleyse bu para başka bir şey içindi. Banknotlar o kadar kirliydi ki kirli bir işten kazanıldığı düşündüm.
Adamın, bu paraları elde etmek için kazmayla, vahşice bir insanı öldürdüğünü de göz önünde bulundurursam, evet, bu paraların kirli işlerden geldiği son derece belliydi. Şimdi ben de hiç istemediğim halde bu işlere bulaşmıştım. Acı içinde burkuldu yüreğim. Beni bu kötü işe hangi şeytan bulaştırmıştı? Şimdi hep kaçmak zorunda kalacaktım. Ailemi, o çok sevdiğim ailemi terk etmek zorundaydım, sevdiğim yaşamımı bırakıp, ölene dek bu kötü niyetli adama itaat edecektim. Geride bırakacaklarımı düşündükçe, yüreğim eziliyordu. Bir açıklama yapmaksızın ortadan kaybolmamın ailemi nasıl da kahredeceğini düşündüm. Benim yüzümden herkes acı çekecekti. Peki neden? Neden ben? Neden başka birisi değil de ben?
Bir yandan da güvende olabilme çabası içinde, sağımı solumu kolaçan ediyordum. Yanıma kimse oturmamıştı, zaten araba boş gibiydi. İnsanın genzini yakan bir ter ve tütün kokusu yayılmıştı her yere. Dışarıda ıslak bir hava vardı. Belli ki nem çoğalmıştı, yağmur yağmak üzereydi.
Ben eve gidiyordum. Ama üzerimde bu para ile eve nasıl gidecektim? Bu şeytan, yaptıklarından kolayca sıyrılmak için beni kullanmıştı, benim bedenime girmişti belli ki. parayı saklamak için ideal bir bedendim nasılsa. Ah, bu bir karabasan olmalıydı. Üzerime çöken acımasız bir karabasan. Ben annemi sayıklayarak uyanmalıydım ve tüm bu korkuları geride bırakmalıydım.
Sahi, ben buraya nasıl gelmiştim? Bu adam nasıl benim ruhuma girmişti? Nasıl benliğimin ötekisi oluvermişti? Ben ona nasıl karşı koyabilirdim? İtaati bırakır da kendi başıma bir şeyler yaparsam, canımı acıtacak ve belki de beni de diğeri gibi öldürecekti. Yok, bunu yapamazdı. Eğer beni öldürürse kendini de yok ederdi. Onun amacı karanlıklar, korku ve vicdan azabı içinde kendi kendimi yok etmem, onun yüzünden yitirdiklerimi düşünüp acı içinde kıvranmamdı. Bedenim de onu zor durumlardan, kaçarken, aranırken kurtaracaktı.
Kurtaracak mıydı?
Bu benim bedenimse, kurtarıp kurtarmayacağına ben karar verirdim.
Polisin bana inanmayacağını biliyordum. Kendimi yok ederdim polise gidersem. Ama onu da yok ederdim. İşte tam orada, minibüsün güzergahı gibi , benim önümdeki yol da ikiye ayrıldı. Ya bu şeytana boyun eğecek, kendimi mahvedecektim, ya da onu mahvedecek, ama kendimi de yok edecektim. Zor bir karardı benim için. Yine de zorluk derecesine ters oranla kısa zamanda karar verdim. Hemen arabadan inmek istediğimi söyledim. Şoför daha gelmediğimizi, çok yolumuz olduğunu söyledi ama ben artık istediğim yere gelmiştim. Bu semti, bu ormanlık araziyi çok iyi biliyordum. Çocukluğum burada geçmişti.
İndiğimde, yüzüme nemli bir soğukluk çarptı. İçimde binlerce ayna aynı anda kırıldı, bir çığlık koptu yüreğimden, bedenimde yankılandı ama gözlerimden dışarı çıkamadı. İçimdeki deprem ne kadar şiddetli olursa olsun, irademi yok edemedi. Kararlı adımlarla yürüdüm. Gitmek istediğim hedef çok uzakta değildi.
Yaşadıklarım bir karabasan olmalıydı. Başka nasıl mümkün olabilirdi tüm bunlar? Ama artık uyanma umudum kalmamıştı. Demek ki yaşam da zaman zaman bir karabasan kadar ürkütücü ve yok edici olabiliyordu. Demek ki asıl korkulması gereken yaşamaktı. Demek ben yok olacaktım artık.
Karakola vardığımda ayakta duracak halim kalmamıştı. Tüm gücümü buraya gelmek için kullanmıştım. Nöbetçinin önüne yıkılıverdim. Adam beni zorla kaldırdı ve içeri götürdü.
Komiserin önüne kirli banknotların plastik kutusunu bırakıverdim. Her şeyi olduğu gibi anlattım. Bu ilk değildi. Bir sürü insanı öldürmüştüm. Bir sürü insanın parasını çalmıştım. Ama iki kimliğim vardı. Biri erkekti. Güçlü bir erkekti. Tüm kötü işleri o yapıyordu, sonra kadın kimliğim devreye giriyordu ve herkes adamın işleri yürüttüğünü sandığı için benden şüphelenmiyordu. Ama ben artık yorulmuştum. Bu azabı kaldıramıyordum. Gece erkek, gündüz kadın olmayı, geceleri korkunç ıstıraplarla acı çekmeyi kaldıramıyordum. Ruhumun kadın olan kısmı, duygularına yenilmişti işte. Eğer o iş adamı cinayetinden elde edilen para dikkat çekmesin diye ormanda bir yerde gömülmüş olmasaydı ve ortağım elini çabuk tutup da kazma işini gün doğmadan bitirseydi, kadın tarafım belki bu dehşeti asla itiraf edemeyecekti
Artık hepsi bitmişti. Geniş camlarından yağmur damlaları süzülen sorgu odasında, şimşeklerin kör edici ışıkları gözlerimi kamaştırıyor ve yıldırımların ürkütücü sesi kulaklarımda çınlıyordu.
Karabasan bitmişti. Ben uyanmıştım. Sonsuza dek...