— Bu kravatları hiç sevmiyor Nurdan, onları almayacağım. Kapıcıya filan veriver! Adamın gözlerindeki hain pırıltıyı görmezden geldi. Oysa pencereye bile yansıyordu alaycı gülümsemesi. Tüm gardırobu özenle boşaltıp salonun ortasına getirmesinden, tüm eşyalarını göstere göstere toplamasından belliydi ne yapmak istediği. Kızmayacaktı. Derin derin nefes aldı. Dudaklarının arasından “Kim ne yapsın senin eski paçavralarını!” sözleri döküldü, ama nefesine karıştı, adam duymadı.
— Alo! Evet, Bihter Abla, ne oldu? Neden ağlıyorsun? Tamam, sakin ol! Hemen geliyorum. Ağlama! Geliyorum ablacığım, tamam!
-
Bihter Abla hastalanmış, hemen çıkmam gerek! Sen eşyalarını topladıktan sonra anahtarı bırakıver kapıcıya.
-
Şu meşhur kuzenin Bihter Abla! Gene nesi varmış?
-
Biliyorsun panik atak, evden çıkamıyor. Ne yapsın kadıncağız?
-
Ya evet, evden bile çıkamıyor zavallı! Her şeyine koşturan senin gibi bir enayi var nasılsa! Yahu, düğünümüze bile gelmedi!
-
Levent, ailemden kim geldi ki düğünümüze, o gelsin? Kimse istemedi seninle evlenmemi, ama ben söz dinleyen iyi bir evlat değilim ki! Yaptım bir hata! Neyse artık geride kaldı bütün bunlar! Hem sen söylesene bana: Evli kaldığımız iki yıl boyunca, bir tek gün benimle gelip onu ziyaret ettin mi sen?
-
Ha! Tamam, seninle uğraştığım yetmezmiş gibi bir de çatlak kız kurusu kuzeni ziyaret edeyim! Anam beni sana ve burnu büyük ailene hizmet edeyim diye doğurmadı, anladın mı?
-
O zaman hiç konuşma! Zaten konuşulacak bir şey de kalmadı. Sen eşyalarını topla, dediğim gibi anahtarı da kapıcıya bırak!
-
Nilgün! Sen misin?
-
Evet, Bihter Abla, benim! Başka kim olacak?
-
Ne oldu gene?
-
Evin kapısını zorladı biri, deli gibi… Ay çok korktum!
-
Bihter Abla, kim evin kapısını zorlayacak? Kapıcı filandır.
-
O zorba kapıcıya da hiç güvenim yok! Ha bire kapının altından kağıtlar atıyor!
-
Sen de iyice kaçırdın keçileri abla! Herhalde atacak, onlar fatura!
-
Faturaları filan istemem ben! Nasıl ödeyeceğim onları? Dışarı çıkamam ki!
-
Tamam, tamam sen dert etme! Ben pazartesi yatırırım hepsini. Söyle bakalım, bir şey lazım mı? Bir ihtiyacın var mı?
-
Beni rahat bıraksınlar yeter! Şurada biraz rahat edeyim! Çok yoruyorlar beni Nilgün!
-
Tamam, Bihter Ablacığım tamam, merak etme, kapıcıya söylerim, faturaları biriktirir, geldikçe bana verir. Bir daha kapının altından atmaz.
-
Biliyorum, senin de derdin başından aşkın. Ben başına bela oldum!
-
A, ama Bihter Abla, yeter! Biraz rahatla artık! Bak ne diyeceğim sana, bu boşanma işleri bitsin, bir hafta izin alayım, annemi ziyarete İzmir’e gidelim. Ne dersin? Bak seni kapıdan alacağım, araba ile kendim götüreceğim. Annem oraya yerleştiğinden beri bir kere bile gitmedin. Olmaz mı?
-
Olmaz! Ben çıkamam evimden. Çıkarsam başıma bir sürü iş gelir! Yok olurum, toz olurum! Bilmiyor musun?
-
Ben biliyorum senin derdini. Annenle barışmak istiyorsun sen! Eh, annen dedi o zaman! Bu adamdan sana koca olmaz, dedi. Sen dinler misin hiç! Al işte, başına dert oldu adam. Bir de gitti metres tuttu üzerine. Seni ele güne rezil etti. Şimdi de boşanmak için bin dereden su getiriyor, değil mi? Senin bin bir güçlükle satın aldığın daireyi, arabayı istiyor serseri! Sanki çok çalıştı da beş kuruş emeği oldu o evde, arabada! Sen de ne yapacaksın? Tabii annenle, ablanla barışacaksın. Tek başına gitmeye cesaretin yok, beni bu hasta halimle sürükleyeceksin ta İzmirlere! Yağma yok! Gelemem ben, canımı sokakta bulmadım.
-
Annemle küs değilim ki ben! Evliliğimi bitirmeye karar verdiğimde aradım onu, konuştuk. Çok memnun oldu. Zaten beni İzmir’e davet eden de o.
-
Hah! Evliliğini bitirmeye karar vermişmiş! Külahıma anlat sen onu. O ciğeri beş para etmez kocanın, seni yüzüstü bırakıp pavyon güzeli metresine gittiği gün desene sen şuna! Annesi memnun olmuşmuş! Kim bilir telefonu kapatınca neler söyledi ardından. Ana yüreği, yüzüne söyleyip seni üzmek istemedi tabii. Şimdi kucağını açmış seni bekliyor sanıyorsun! Oysa sen de pekâlâ bilirsin ki, annen fitil fitil getirecek senin burnundan bu evliliği. Kadın haklı, “Bu adam seni çok üzecek.” dedi. “Ne eğitimi, ne kariyeri sana uygun, senin sahip olduğun değerlerin altında ezilecek.” dedi “ Seni de ezecek, sana huzur vermeyecek.” dedi. Sen dinler misin hiç anneni! Ah Nilgün ah! Bizi de yaktın, kendini de! Allah sonunu hayır etsin!
-
Ya kocan olacak o adamın ailesine ne demeli? Sen anlattın, nikâh günü en yakın arkadaşlarından Oya’ya ne dediğini! “Aman kızım, biz söz geçiremedik, sen evlenirken dikkat et bari: Almazsan milletinden, ölürsün illetinden!” Zavallı Oyacık orada kalakalmış ne demek bu diye?
-
Ah Nilgüncüğüm, ben ne yaptım! Kim bilir ne kadar üzgünsündür sen! Bir de ben sıktım canını. Sen işini gücünü bırakıp bana bu kadar iyi bakarken ben ne nankörlük ettim. Ah kafam ah!
-
Dur Bihter Abla! Yapma böyle şeyler! Beni daha çok üzüyorsun lütfen! Biliyorsun, ben seni öz ablamdan fazla severim!
-
Ben de seni çok severim Nilgüncüğüm! Benim hiç kardeşim olmadı, biliyorsun. Ben seni kardeşim yerine koydum her zaman. Biz zaten birlikte büyüdük. Senin bebekliğini bilirim ben. Ay, ne güzel bir bebektin o zamanlar! Gece siyahı buklelerin vardı, öpmeye, koklamaya kıyamazdık. Bal rengiydi gözlerin, sonradan kahverengine döndü. Tombul, güzel bir kızdın. Bir bakan, bir daha bakardı.
-
Ah Bihter Abla, bunları bin kez dinledim senden!
-
Gel, otur şöyle yanıma!
-
Ben on altı yaşıma gelene kadar seni hep kucağımda büyüttüm. Sahi, sen kaç yaşındasın şimdi?
-
Otuz altı!
-
Ya, o kadar oldun mu? Ben senden on yaş büyüğüm, demek ben de eğer…
-
Sen de kırk altı yaşında oldun Bihter Ablacığım!
-
Yıllar ne çabuk geçiyor! Sen küçücük bir kızdın. Amcam o zamanlar Eskişehir’de görevliydi, hatırlıyor musun, çakı gibiydi üniforma içinde! Lacivert… Bizim sokağa mavi arabasıyla girdiğinde herkes pencerelerden bakardı! Hey gidi hey! Annen de çıtı pıtı bir kadıncağızdı o zamanlar. Tatilde önce İzmir’e gider, annenin ailesini ziyaret ederdiniz, sonra da İstanbul’a gelirdiniz. Rahmetli babam nasıl sevinirdi! Ne de olsa tek kardeşiydi amcam onun.
-
Babam, size pişmaniye getirirdi. Rahmetli yengem çok severdi! Gerçekten çok güzel günlerdi! Hep anlatırsın.
-
Bihter Abla, çok havasız burası!
-
Bihter Abla bunlar da artık değiştirilmek ister. Bu yaz bir el atalım.
-
İstemem! Ben evime yabancı adam almam! Sonra ne demez mahalleli?
-
Of Bihter Abla! Kim bakacak senin evindeki tamirciye! İyice hastalanıyorsun sen. Bence acilen bir doktora görünmende yarar var. Tedavi edilen bir şey bu!
-
İstemem dedim! Ben gitmem doktora!
-
Kadın doktor buluruz istersen.
-
İstemem, istemem! Of, anla artık, istemem! Kocana da böyle yaptıysan seni boşamakta haklı adam! Senin gibi dik başlı, laf anlamaz kadını ne yapsın? Metresi yumuşak başlıdır, ne isterse yapar. Oh iyi yapmış!
-
Açık bırakma o pencereyi, bak sonra tutuluveriyor her yerim!
-
Yağmur yağacak! Pencereleri açık bırakma! Sonra içeri su giriyor.
-
Kapadım Bihter Abla! Merak etme.
-
Cenazeyi hatırlıyor musun?
-
Hangi cenaze? Amcamınki mi, yengeminki mi yoksa babamınki mi?
-
Hangi cenazeyi kast ettiğimi buz gibi anladın!
-
Bana cenazeyi anlat!
-
Off Bihter Abla, kırk defa anlattım sana cenazeyi! Daha ne? Hem neden kendini üzüyorsun böyle? Ne gerek var? Sen başına dert arıyorsun ha!
-
Yağmurlu bir gündü değil mi? Böyle yağmur yağdıkça sen de ağlıyordun. Hüngür hüngür ağlıyordun. Toprak çamur tutmuştu. Cenazeyi gömmeye gelenler, böyle bir havada öldüğü için rahmetliye “lanet” okuyorlardı içerinden. Öte yandan cenazeye katılanlar, acıdan çıldıracak hale gelmişlerdi. Hemen yan mezara defnedilen yaşlı kadının ailesi, kendi acılarını bir tarafa bırakıp bu insanları teselli ediyorlardı. Kendileri de 80’lik annelerini gömmeye geldiklerinde gencecik bir kızın acısıyla sarsılmışlardı. Yağmur, her şeyi ıslatıyor, temizliyordu. Gözyaşlarını bile.
-
Yeter Allah aşkına yeter! Kendini de kahrediyorsun beni de…
-
Yetmez! Dinleyeceksin beni!
-
Neden seni dinleyecekmişim? Ben bilmiyor muyum bu hikâyeyi satır satır? Sana anlatan kim bunu? En ince ayrıntısına kadar biliyorum. Ya, sen beni öldürecek misin Bihter Abla! Derdim başımdan aşkın zaten, bir de seninle uğraşıyorum!
-
Biliyorum, sana fazla yük oldum. Amcamın ölümünden sonra annenle Handan İzmir’e taşındıklarında, sen sırf benim yüzümden İstanbul’da kaldın. Bunun farkındayım. Annem ve babam öldüğünde sen beni yalnız bırakmadın.
-
Ne ilgisi var canım! Bir kere Handan, babam ölmeden önce gitti İzmir’e, üniversiteyi kazandı. Mezun olduktan sonra da orada evlendi, hemen ardından babam vefat edince annem İzmir’e yerleşmeye karar verdi. Ailesi orada ne de olsa. Ben o yıllarda burada okuyordum zaten. İş de bulmuştum. O yüzden gitmedim, seninle ilgisi yok.
-
Hadi benim güzelim hadi! Bari bana yapma bu laf ebeliğini! Ben bilmez miyim senin neden kaldığını İstanbul’da. Babamla annemi hiç yalnız bırakmadın cenazeden sonra, gelebildiğin her an geldin, gece yatılarına bile kaldın. Onlara teselli oldun, görmedim mi sanki? Onlar yitip gidince de beni yalnız bırakmadın. Yoksa ben nasıl var olabilirdim? Canım benim! Üzmeyeceğim artık seni, söz!”
-
Üzme tabii, sadece biz kaldık! Kimimiz var başka? Beni üzme de tedavi işine razı ol!
-
Çıkamam ben evimden!
-
Tamam, doktoru getireyim eve?
-
Olmaz, istemem ben kimseyi evimde!
-
Yağmur başladı!
-
Aman, iyi olmuş! Havadaki sıkıntıyı alır, götürür.
-
Yan daireye yeni komşun taşınmış.
-
A evet, yazar mıymış neymiş, yeni bir delikanlı taşındı. Gece yarılarına kadar çalışıyor.
-
Kapıcı geçen geldiğimde taşınacağını söylemişti, ama aklımdan çıktı demek! Bekâr mı?
-
Bekâr, ne yapacaksın?
-
Yok canım, ne yapacağım? Bekâra pek ev kiralamıyorlar da ondan sordum.
-
Külahıma anlat sen onu, dedi cilveli bir sesle Bihter Abla.
-
Aman Bihter Abla! Sana da bir şey sorulmaz.
-
Sorulmaz tabii, şu uğursuz kocandan kurtuldun da şimdi başkalarına bakıyorsun! Kızım yaramaz bu adam sana! Bohem o bir kere, bohem! Şöyle adam gibi adamlara baksana biraz!
-
İlahi Bihter Abla! Bana diyene bak! Sen nerden biliyorsun adam gibi adamları? Hiç tanıdın mı, gördün mü?
-
Gördüm tabii, bir sürüsünü de tanıdım. Ben on altı yaşına dek neler gördüm! Mahallede gençler “ Badem gözlü Bihter” derdi de başka bir şey demezdi. Buradan Acıbadem’e dek yayılmıştı gözlerimin namı. Bilmez misin?
-
Uykum geldi Nilgün. Ben yatıp biraz uyuyayım. Sen de evine git artık, bak yağmur da hızlandı.
-
Peki, Bihter Abla, seni yatırayım mı?
-
Yok, ben yatarım. O kadar da değil! Yalnız sen kapıyı iyice kilitle. Kimse girmesin içeri.
-
Peki, Bihter Abla!
-
Faturaları da unutma emi!
-
Unutmam, Allah rahatlık versin.
-
Hadi, sana da…
-
O! Nilgüncüğüm, nasılsın?
Nilgün, aşırı zayıf ve esmer kadına sahte bir gülümseme ile yanıt verdi:
-
Teşekkür ederim Suzan Hanım, iyiyim. Acilen gitmem gerekiyor, izninizle! İyi akşamlar!
-
İyi akşamlar kızım, dedi Suzan Hanım sevimsiz bir yüz ifadesi ile genç kadın merdivenlerden inerken.
-
Bu hanım kim?
-
Bu evin sahibi olan Nejat Bey ile Mahinur Hanım’ın yeğeni Nilgün.
-
Öyle mi? Ben bu insanları hiç görmedim.
Gülümsemesi hafif bir kahkahaya dönüştü kadının:
-
Göremezsin tabii evladım! Kaç yıl oldu onlar öleli! Ah zavallılar öyle büyük bir acı yaşadı ki düşman başına! Biricik evlatları, kızları Bihter, daha on altısındayken amansız bir hastalıktan sizlere ömür! Tabii bunlar kahroldu. Bu kızcağız küçücüktü, çok etkilendi o zamanlar…
-
Bu kızcağız, ondan sonra biraz, nasıl derler sıyırdı. Uzun süre kendi kendine konuştu durdu buralarda, “Kızım kiminle konuşuyorsun?” diye sorduğumuzda “Bihter Ablamla” derdi. Bir dönem tedavi oldu, toparladı. Bu evi de bozmadı, kiralamadı, öyle olduğu gibi tutuyor. Arada bir böyle geliyor, biraz oturup gidiyor. Artık nedense!